Bu Uzaylılar Nerde ?

Hepimiz de biliyoruz ki ‘uzaylı’ kelimesiyle anlatmak istediğimiz, Dünya tecrübe et seyyarede yaşayan tüm canlı varlıklar dışında türlü biyolojik formlarda olması olası “Dünya dışı hayat”. Pek çoğumuz hayaller kurup düşündüğümüzde, uçsuz bucaksız bu evrende yalnız olamayacağımız kanısında; içiniz rahat etsin, teorik olarak da var olabilecek uygarlık sayısını düşünmek için kullanılabilen Drake Denklemi de bunu söylüyor. Elbette ki bu değerlere karşılık gelecek verilerin araştırılabileceği teknolojik alt yapıya ihtiyacımız var. Drake Denklemi, böyle bir araştırmada yer alan etmenlerin aydınlatılmasının yanında, evren hakkındaki entelektüel merakımızı harekete geçiren, hayatın kozmik gelişimin natürel bir ürünü olduğunu bilip, bu evrenin nasıl bir parçası olduğumuzu anlamamızda yardımcı olan kolay ve tesirli bir denklemdir. SETI Enstitüsü’nün (The Search for Extraterrestrial Intelligence) temel hedefi, bu büyüleyici denklemin etkenlerinden rastgele biriyle alakalı ek bilgi verecek daha kaliteli araştırma yapmaktır. Peki bunca uygarlık varsa, neredeler? Yüzlerce senedir uzaydan radyo sinyalleri alabilme teknolojisine sahibiz, ancak seyrek olası bir ileti olduğunu söyleyebileceğimiz herhangi bir sinyal aldık. Bunlar da daha sonra, pulsarların keşfedildiği vaziyetteki gibi çoğunlukla çürütüldü. Bir takım sinyaller umut verici olmalarına karşın, Dünya dışı hayatın bulguyu gelecekteki bir olay olmayı hali hazırda sürdürüyor Enrico Fermi (1901-1954), yeterli bir roket teknolojisine sahip rastgele bir muasırlığın ve emperyal teşvikin en fukara bir miktarının dahi tüm galaksiyi hızla kolonize edebileceğini düşünmüştü. On milyon sene içerisinde her yıldız sistemi, imparatorluğun kanatları altına alınabilirdi. On milyon sene kulağa uzun bir müddet gelebilir, ancak galaksimizin yaşına mukayese et oldukça kısa. Bu yüzden Samanyolu'nun sömürgeleştirilmesi hızlı olmalıydı (Samanyolu takriben olarak 13.2 milyar yaşındadır; galaksimizde bulunan en daha önceki yıldız olduğu düşünülen HE 1523-0901 isimli yıldızın yaşının belirlediği asgari sınır ile bu değer verilmiştir [3]).

Dolayısıyla Fermi'nin asal düşündüğü, uzaylıların galaksiyi varlıklarıyla şenlendirmeleri için yeterli vakte sahip olmalarıydı. Ancak çevreye baktığında, varlıklarına konusunda yeller esiyordu; Fermi kendi kendisine sordu: ”Peki herkes nerede?”

Enrico Fermi’nin iddia ettiği bu uyuşmazlığa "Fermi Çelişkisi" denir. “Var olması şart olan bu Dünya dışı yaşam nerede? Var olmaları vaziyetinde neden şimdiye kadar tüm galaksiyi kolonize etmediler?“

İlk başta biraz garip geliyor, tamam. Görünüşe göre hiçbir şey seyyaremizde veyahut galaksimizin bizim belirleyebildiğimiz bölümlerinde dolaşmıyor. Pek çok araştırmacı da bunu böyle kolay bir gözlemden çıkarmanın çok kökten bir netice olduğu kanısında. Elbette ki Fermi Çelişkisinin bir izahı var.

Dikkat edilen ilk şey, Fermi Çelişkisinin oldukça kuvvetli bir argüman olması. Yabancı uzay aracının hızı için ışık hızının %1'inde mi, yoksa ışık hızının %10'unda mı hareket edebileceğini söyleyebilirsiniz. Ehemmiyetli değil. Yeni bir yıldız sömürgesinin kendi sömürgelerini oluşturmasının ne kadar vakit alacağı ile ilgili da tartışabilirsiniz. Hâlâ ehemmiyetli değil. Kolonizasyonun ne kadar hızlı gerçekleşebileceği ile ilgili rastgele bir mantıklı faraziye, hâlâ galaksinin yaşından daha kısa zaman ölçeğiyle sonuçlanacaktır. Bu tıpkı, 16. asır İspanyalı gemilerinin iki mi yoksa yirmi deniz miliyle mi gidebileceklerine dair ateşli bir tartışmaya girmek gibi bir şey. Sonuç olarak, her iki şekilde de Amerika'yı hızlıca kolonize ettiler.

Brian Cox’a göre uzayda medeniyetler arası iletişim kurma becerinine sahip bir muasırlık, uzun bir ömür beklentisinde olamayabilir - zira böyle bir muasırlık bu arada kendi kendini yok etme becerinine de sahip olacaktır. Aynı zamanda bilim ve teknolojideki gelişmelerin, giderek kendilerini kontrol altında tutabilecek müesseselerin gelişimini hızla aşacağını ve politik açıdan medeniyetlerin kendi kendini yok etmesine yol açacağını izah etti. [4]

Cox ile hem fikir olan Stephan Hawking, "Narin seyyaremizden ayrılmadan, bir bin yıl daha hayatta kalacağımızı düşünmüyorum” diyor. Bu fikir, en bilinen yanıtlardan biri, ancak insanlık olarak daha bunun üstüne düşünmekten pek hoşlanmıyoruz.

Bu arada Hawking 2010 seneninden bu yana, ileri bir Dünya dışı muasırlığın, insanların karıncaları silip süpürebileceği gibi, insan ırkını ortadan kaldırmak için hiçbir problem yaşamayacağı istikametindeki korkuları ile ilgili kamuoyuna seslenmekte [5].

Elbette diğer olası analiz eder de var. Muasır hayat, bizim düşündüğümüzden çok daha nadir olabilir veyahut evrenin bulunduğumuz bölümünde nadirdir. Belki de bizimle iletişime geçebilecek teknolojide veyahut biyolojik formda değillerdir. En olmadı, H.P. Lovecraft’ın The Space Out Colour isimli hikayesinde olduğu gibi, kozmostaki öteki hayatlar “öyle uzaylıdırlar” ki gördüğümüzde fark edemeyebiliriz dahi.

Diğer taraftan, yalnız olduğumuz düşüncesinden, bir takım hiper medeniyetlerin başkalarının belirli bir teknoloji düzeyine erişmesini engellemesi fikrine kadar bir hayli düşünce elbette ki bolca mevcut.

Ayrı olarak bizden daha üst düzey medeniyete sahip uzaylıların hiç de alakasını çekmiyor olabiliriz. En kolayı, insanlık yalnızca ona en yakın objeye (Ay’a) inerek ilk kez Dünya’dan ayrılabildi ve Ford Model T otomobil yapılalı daha 108 yıl oldu. Kozmik olarak konuşmak gerekirse, muasırlığımız henüz bebeklik merhalesinde. Uzaylıları bu kadar bulmak istediğimiz kadar, onlar da bizi beğenmeyip istemeyebilirler. Kim bilir, onlar için belki de denekleriz sadece… Gene de biliyorsunuz ki Dünya dışı akıllı bir yaşam tarafından bulunur umuduyla onlara “Voyoger Altın Plağını” gönderdik.

Neil deGrasse Tyson'a göre ise, seyyaremiz ahmak insanları izlemek isteyen uzaylılar tarafından yaratılan bir hayvanat bahçesi dahi olabilir [6].

Peki muasırlık kendisini yok etmeye mi mahkum? Yoksa Fermi Çelişkisi tamamiyle başka bir şeyi mi işaret ediyor? Belki de evrenin ne kadar ömrü kaldığına konusunda anlayışımız da yanlış ve bizler yalnızca kozmik yalnızlığa mahkum edildik. Her neyse, bir sürü senaryo üretilebilir, biz Hawking’in bize verdiği öğüte kulak verelim: “Yukarıya, yıldızlara bakın; aşağıya, ayaklarınıza değil.”

Yorumlar