Tıpta Örnek Bir İmparatorluk : Osmanlı


Osmanlı Devleti, modern tıbbın gelişmesinde büyük rol oynamış. Dönemin bilim adamları, nabız sayarak muayene etme gibi bugünde kullanılan pek çok tedavi yöntemini geliştirmiş.

Kâinatta kendini en çok yenileyen mesleklerden biri sağlık sektörü. Tıp fakültesinden mezun olsanız bile değişip gelişen bilgileri taze tutabilmek için sürekli okumak, bilgilerin takipçisi olmak şart. Daima gelişme gösteren bu sektörün aynı zamanda köklü bir geçmişi var. Tarih öncesi devirlere kadar gidildiğinde karşımıza ilginç yöntemler çıkıyor. Bunlardan bir tanesi insanların kafataslarında delikler açılması. Çünkü o dönemin inancına göre hastalıklar; kötü ruh, cin gibi doğaüstü varlıklar sayesinde insana geçiyordu. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda eski devirlerde yaşayan insanların kafataslarında küçük delikler bulunması bu yöntemin varlığını doğrular nitelikte.

Osmanlı’da uygulanan tedavi yöntemleri, tıp tarihinin önemli bir kısmını oluşturuyor. Çünkü ecdadımız tıbba çok ehemmiyet vermiş. Bu alanda birçok medrese açılmış ve öğrenci yetiştirilmiş. Sağlık alanında birçok reformlar yapılmış. Osmanlı hekimleri hastalıkların bulaşıcı olduğunu fark etmişler. Böylece hastaların sağlıklı insanların bulunduğu ortamların haricinde tutularak tedavi edilmesi fikri gelişmiş. Nitekim Osmanlı hastaneleri devrin en iyi örneklerini teşkil ediyor. Hastaneler kendi içinde farklı bölümlere ayrılmış ve tespit edilen hastalığa göre tedavi şekilleri uygulanmış. Tabii kimsesizler ve yoksullar da unutulmamış o devirde. Bugünkü devlet hastaneleri statüsünde olan ‘Gureba’ adlı ücretsiz şifa merkezleri kurulmuş.

Osmanlı’daki tedavi yöntemlerini yakından incelediğimizde özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren tıp alanında önemli gelişmeler meydana geldiğini görüyoruz. Nitekim Fatih’in hekimbaşılık müessesesinin temellerini atması sağlık alanına verdiği önemin göstergesi. Bu hususta tarihçi yazar Mustafa Armağan, dönemin yedi önemli doktorunun varlığından söz ediyor bizlere. O zamanda yaşamış Şerafettin Sabuncuoğlu isimli bir tıp doktorunun Fatih’e ithaf ettiği  ‘Cerrahiyetü’l-Haniye’ kitabına dikkatlerimizi çekiyor. Zamanının cerrahisi hakkında yazılan bu kitap kolaylıkla anlaşılabilmesi için resimlerle beslenmiş. Armağan, Fatih dönemine damgasını vuran isimlerden birinin de Akşemseddin olduğunu anlatıyor. Zira, yazdığı tıp kitabında insanlara hastalık bulaştıranın, ufak canlılar olduğundan bahsediyor. Mustafa Armağan’a göre dönemin çığır açan diğer doktorları Ahi Çelebi, Altuncuzade, Eşref bin Muahammed ve Yakup Paşa.

AKIL HASTALARINA MUSİKÎ İLE TEDAVİ

Osmanlı döneminde her hastaya ayrı bir önem veriliyordu. Kişinin hastalığına uygun tedavi yöntemi uygulanıyordu. Avrupa’da zihinsel engelli hastalar tedaviye laik görülmezken hatta bazıları yakılırken, Osmanlı’da akıl hastanesi bile kuruldu. Sultan Fatih’in oğlu II. Bayezid tarafından Edirne’de inşa edilen ‘II. Bayezid  Külliyesi’ ile bu alanda yeni bir çığır açıldı. Buradaki darüşşifada, akıl hastaları ilaçla tedavinin yanı sıra müzikle de tedavi ediliyordu. Külliyenin içindeki medresede ise öğrenciler tıp eğitimi alıyordu. Şu anda müze olarak kullanılan medresede sergilenen tıp araç gereçleri, Osmanlı’da tıbbın son derece gelişmiş olduğunun bir göstergesi.

Devlet-i Ali Osmaniye’de kurulan bir diğer şifa merkezi, Kanunî Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Medresesi. Yine bu külliyede de öğrenciler tıp eğitimi alırken medresedeki hastane ile uygulamalı eğitim görüyorlardı. Süleymaniye Medresesi’ni diğerlerinden ayıran önemli bir özellik içerisinde bulunan ilaç hazırlama yeri idi. Darüşşifada hastalar bedava tedavi edilir, haftada iki gün de diğer hastalara bedava ilaç verilirdi. Bursa’daki Beyazıd Darüşşifası, İstanbul’daki Fatih ve Sultanahmet medreseleri, Osmanlı’nın diğer önemli sağlık merkezlerinden.

Osmanlı’da hizmet veren sağlık müesseseleri, tıbbın gelişmesinde mihenk taşı oldu. Nitekim özellikle klasik dönemde sağlık alanında yapılan tüm yatırımlar, yüzyıllar boyu tıbbın temel yapısını oluşturdu. 

Hasta hakları yönetmeliği

Osmanlı’da hasta haklarına öyle dikkat ediliyordu ki, hekimlerin hastalara nasıl davranması gerektiği konusunda yönetmelik bile yayınlanmıştı. Buna göre doktorların; hasta psikolojisine uygun, merhametli ve candan olmaları, alanlarında uzman olmaları isteniyordu. Hekimler bu düsturlara göre yetişip hizmet veriyordu.

Devlet-i Ali Osmaniye’deki doktorlar, İbn-i Sina ve Zehravi gibi tıp âlimlerini kendilerine rehber ediniyordu. O dönemdeki hekimlerin en dikkat çekici özelliklerinden biri, Avrupa’dan asırlar önce kan dolaşımını fark edip hastaların nabızlarını sayarak muayene etmeleri. Günümüzde de uygulanan bu yöntem ile birçok hasta tedavi ediliyor ve başarılı sonuçlar alınıyordu.

Geçmişten bugüne en çok gündemde olan tıbbî operasyonlardan biri de organ nakli. Osmanlı’da da nakil yapıldığına dair bazı rivayetler var. Şeref Han tarafından 1597’de Farsça kaleme alınan ‘Şerefname’ adlı kitapta şöyle bir olay anlatılıyor: “Kanunî devrinde Arab Şah Bey Türkmen kumandasında bir Safevî birliği, Palu’ya kadar sokulmuştu. Bu vuruşmada askerlerden bir genç, bir kılıç darbesiyle başından yaralandı. Kılıç, kafatasından bir kemiği alıp götürmüştü. Bir cerrah, muharebe meydanında şehit olanlardan birinin kafatasını açtı. Kafatasındaki kemiği alıp beyni görünen Osmanlı askerinin kafatasına, o kemiği ilâve edip dikti. Bu ameliyattan sonra Osmanlı askeri yıllarca yaşadı.” Bu bilgi, Osmanlı’nın tıptaki seviyesini gözler önüne seriyor.

Kaynak : Yeni Bahar Dergisi (126. Sayı)

Yorumlar